Dershanelerin Dönüşüm Süreci ve Özel Okullaşma

Dershaneler özellikle sınava endeksli bir eğitim sisteminde “daha iyi puanı nasıl alırım?” sorusuna cevap bulan yerlerdi. Çoğu zaman da okullar arasındaki farkı kapatan, fırsat eşitliğini sağlama görevini üstlendi. Bunun yanı sıra elbette birçok temiz yüreğe motivasyon sağlayarak, kariyer planı oluşturarak onların topluma yararlı insanlar olmasını sağladı.

Tüm bu süreçte dershanelerin sayısız faydaları varken, bu faydalardan resmi yolla faydalanmak isteyen MEB, 13 Mart 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 6528 sayılı kanun ve 7 Eylül 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğine uygun olarak, dershanelerden ortaöğretim düzeyinde eğitim verecek liselere (Temel Lise) dönüşmesini istedi.

Bir bakıma Temel Lise, üniversiteye hazırlık eğitimi veren özel dershanelerin, yıllardır edindikleri bilgi ve birikimlerini, deneyimlerini eğitim sistemi içinde kullanmalarını sağlayacak bir dönüşüm projesidir. Fakat Bakanlık bu projenin nihai hedefini Özel Okul olarak görmek istemekte ve sistem içerisinde ihtiyacını gideremediği noktada hizmet alımına başvurmak istemektedir.

Dönüşümü makul kılmak adına öğrenci teşvik ödeneği ve özel okul açma yolunda ki esneklikler aslında yüzde 5’lerde olan özel okullaşmayı MEB Müsteşarı’nın da ifadesi ile yüzde 15’lere çıkarmak istendiğindendir. Bu da özel okul sektörünün 3 kat daha büyümesi demektir.

Aslında özel okullaşma ile ilgili 2 yıldır Bakanlıkta çalışmalar yapılmaktaydı.

– Özel okul açma şartlarının esnetilmesi,

– MEB kitaplarının ücretsiz verilmesi,

– FATİH Projesi kapsamına özel okulların da dâhil edilmesi isteği,

– Özel bir eğitim kurumunda üst düzey yöneticilik – Genel Müdürlük yapmış ve sistemi iyi bilen Ömer Faruk Yelkenci’nin Özel Öğretim Genel Müdürlüğü’ne getirilmesi,

– Dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi süreci,

– Özel okulların sınıflandırılması çalışmaları,

– Özel okulda ilk kez okuyacak olanlara teşvik verilmesi, (son değişiklikle özel okulda okuyanlar da faydalanabilecek)

– “Bireyden İnsana” 1. Eğitim Kongresi düzenlenmesi,

– Özel okulların kendi sınavını yapma hakkı ve TEOG sınavında özel okul kaydının öncelikli başlaması,

– Özel okulların kendi programlarını uygulamaya yeşil ışık yakma.

Aslında bu süreçte Bakanlıkça yapılan çalışmaların bazılarıdır.

Dershane dönüşümünün muhakkak ki ülke eğitime bu kapsamda sağlayacağı faydalar;

– Özel okullaşma oranını arttırmak,

– Bilgi birikimi ve deneyimi dinamik olarak sürece dâhil etmek,

– Liselere giriş sınavlarının etkisini azaltmak, böylelikle yerleştirmede sıkıntı çekilmemesi ve teşviklerle beraber geniş tercih seçeneği,

– Özellikle öğretmen açığı olan okullarda aksayan eğitim sürecinin düzelmesi,

– Açık liseye geçişin azalarak, örgün eğitime devamın artması,

– Öğrencilerin kayıt altına alınması,

– Öğrencinin sistem içerisinde devlete olan maliyetinin belki de daha ucuza ve kontrollü olarak hizmet alım yönüne gidilmesi,

Olarak ilk akla gelenlerdir.

Tabi ki sürecin özel okullaşma üzerinde olumlu etkisi olduğu kadar, gerek ülke eğitiminde gerekse özel okullar açısından cevap bekleyen kısımları da vardır.

Örneğin;

– Dönüşümle beraber başlayan Dershane + Okul algısı,

– Temel Liselerin ders programının özellikle üniversite sınavına yönelik olumlu katkısı,

– Özel okulların kaygıları,

– Reklamların denetim eksikliği,

– Özellikle sınav grubunda olan öğrenci ve velilerin kafa karışıklıkları,

– Mezun öğrencilerin kurs almak isterlerse nereden ve nasıl alacakları,

– Dershane ve etüt sayısı kadar dönüşüm olmayacağı göz önüne alınırsa burada faaliyet gösteren personelin istihdam sorunu, (Öğretmen ünvanlı memur olarak atanma şartı olmayanlar, yardımcı personeller vs.) ile ilgili.

Fakat sürecin geneline bakıldığında özellikle yayın sektörünün başını çektiği dershane gruplarının hızla dönüşüme girmesi, sağlık alanında olduğu gibi teşvikler ile eğitimde de özel okul seçeneği hakkı sunulması, Bakanlığın elindeki takvimin olumlu işlediğinin göstergesi.

Temennimiz, yaşama hakkı kadar önemli olan eğitim hakkının, paydaşları ile birlikte planlanarak devlet politikası haline getirilmesidir. Yoksa günü kurtarmak, tıkanmayı çözmek adına yapılan değişiklikler fayda getirmeyeceği gibi mevcut sorunun üstüne yenisini ekleyecektir.

Dönüşen kurumlar, süreçte artık sadece öğretim değil, ilgili yönetmelik gereğince eğitim de yapacaklarını göz önüne alarak sorumluluğunun arttığını bilmelidir. Çünkü hayat sadece sınavlardan ibaret değildir.

Esenlikler…

Twitter @iskaraman

Yayınlanma;

http://egtkonus.com/dershanelerin-donusum-sureci-ve-ozel-okullasma/

http://www.sozcu18.com/dershanelerin-donusum-sureci-ve-ozel-okullasma-2739yy.htm

Uncategorized içinde yayınlandı | Dershanelerin Dönüşüm Süreci ve Özel Okullaşma için yorumlar kapalı

5 Ocak, Adana ve Arif Nihat Asya

arif-nihat-asya-bayrak-siiri

Hatay, 1939’da Türkiye’ye bağlandığı için 1940 yılının kutlamalarının yurt genelinde daha coşkulu kutlanması isteniyordu. Bu sebeple Adana’nın düşman işgalinden kurtuluşu olan 5 Ocak, 1940 yılı için daha coşkulu kutlanmalıydı.
Dönemin Milli Eğitim Müdürlüğü’nce Arif Nihat Asya’nın Edebiyat Öğretmenliği yaptığı okula; “5 Ocak kutlamasında, Saat Kulesi’yle Ulu Cami minaresi arasına Adana’nın tarihi bayrağı çekilirken, o güne uygun bir şiirin de, liseniz öğrencilerinden biri tarafından okunması uygun görülmüştür. Gereğini rica ederim.” şeklinde yazı gönderilir.
Konu ile ilgili Edebiyat Öğretmeni Arif Nihat Asya görevlendirilir. Öğrencilerine tüm kütüphanelerde yer alan ‘Bayrak’ ile ilgili şiirlerin derlenmesini ister. İster istemesine öğrenciler araştırır ve şiir bulunamaz. Araştırmanın tekrar yapılmasını ister ama sonuçlanmaz.
Arif Nihat Asya bu duruma bir nebze sinirlenir, bir nebze de üzülür. Kendi kendine ‘Bu şiiri sen yazacaksın.’ der.
Ve 4 Ocak gecesi gaz lambasının ışığında, kendi anlatımıyla;
” Bayrağımıza sığınarak kalemi elime aldım.
Şafak sökerken Bayrak şiiri hazırdı.
O gece, şiiri nasıl yazdımsa, öylece kaldı.” der…
İşte o gece bayrağımıza sığınarak yazdığı şiir ilk kez 5 Ocak’ta Adana’da okunur. Ve sonrasında Türkiye’ye şiiri ‘bayrak Şiiri’, Arif Nihat Asya da ‘Bayrak Şairi’ olur.
Ülkesine-milletine armağan ettiği şiirin doğum gününde, 5 Ocak (1975)’ta, yine ülkesine-milletine ve şiirlerine veda eder.

Yine bir 4 Ocak akşamındayız. Arif’in kaleminde şiir olan hissiyat tüm maneviyatıyla kurtuluşa bayrak olmuş Adana’nın üstündedir.
Ulu Önder M.K.Atatürk’ün de bahsettiği gibi Toroslarda son çadır tütene kadar da var olacaktır.

Kur(t)uluşa kan verenlere, can verenlere, bir kez daha saygı-dua ve minnetlerimizle…

Uncategorized içinde yayınlandı | 5 Ocak, Adana ve Arif Nihat Asya için yorumlar kapalı

Ortaöğretim Tercihi Öncesi Bilinmesi Gerekenler

Önce ki yazımda orta öğretim kurumu ve alternatiflere nasıl bakılması gerekliliği ile ilgili bir yazı kaleme almıştım. Yaklaşan tercih dönemi faydalı olacağını bulduğum birkaç görüşü de eklemek istiyorum.

“Nasıl bir okul?” seçeneğinin son 3-4 yıldır ciddi ölçüde düşünüldüğü eğitim camiasında, okullarda (özel-devlet) başarılı olanların yakaladığı bu başarı ile ilgili elimizde net bir veri yok. Mesleki bilgimiz, araştırmamız ve tecrübelerimizle şunu söylemek mümkündür ki bu başarı bireysel değil bir ekipledir. Bunda okul yönetimi-öğretmen-veli ve öğrencinin payı vardır. Böylesine pozitif eğitim atmosferini bulmak çok da kolay olmamakta.

Peki, bu başarılı okulları nasıl belirleriz ve bulabiliriz? Öncelikle bu takımı tanımakta fayda var.

Takımımız genelde;

1-    Okul idarecileri; okulun kritik belirleyicileri arasındadır. MEB yönergeleri doğrultusunda eğitim ortamını hazırlamak ve süreci yönetmekle sorumludur. Değişen yasa ile beraber okul müdürleri ve yardımcıları artık belirli bir sınavla değil, İl MEM teklifi ve Valilik oluru ile göreve başlayacak. Hiyerarşi pek değişmedi fakat Müdürlük liyakati neye göre yapılacak? Bu bağlamda şayet okul müdürü takım ruhuna sahipse ve süreci yönetebilecek potansiyeli varsa ne ala, eğer değilse o okuldan başta öğretmenler sonrasında öğrenciler uzaklaşacaktır. Bu yıllardır tercihlerde bizlerin karşılaştığı durumlardan. Çünkü müdürün yaklaşımına göre okul tercih edenlerin sayısı hayli fazla.

 

2-    Öğretmenler; öğrencinin eğitim süreci içerisindeki en büyük paya sahiptir. Bu sebeple takımın önemli üyelerindendir. Özverili çalışması, bilgi birikimi, deneyimi ve güncelliği ile takıma dinamizm katar. Öğretmen en büyük unsurdur. Tabi ki takım lideri okul yöneticilerinin imkânları sunması ve değer göstermesi, öğretmenin kurum ile ilgili düşüncelerine ön koşuldur. Son torba yasa ile okul müdür ve müdür yardımcılarına uygulanan rotasyonun öğretmene de uygulanacak oluşu, tercih edilecek lise için risk taşıyacaktır. Neticede bu sene ortaöğretime girecek bir öğrenci aynı idari ve öğretmen kadrosu ile mezuniyeti göremeyecektir. Bu tercihler öncesi ‘öğretmene göre okul’ seçenler için ciddi düşünülmesi gereken bir durumdur.

 

3-    Veli; sürecin gizli-açık denetçileridir. Etkileşimin birlikte olduğu eğitim sürecine katılım gösteren veliler, süreci pozitif etkiler. Okul aile birlikleri ile okulun öğrenme doğasını sosyal beceriler ile donatır. Karşılıklı fikir alışverişinde bulunur. Veliler, özellikle 21.yy öğrenme ortamlarında öğrencinin yanı başında ve öncüsü gibidir. Bu bağlamda okul temsilcilerine, sosyal ağ hesaplarında çocuğu ile kendi fotoğrafı yer alan velilere alışmalısınız demek yanlış olmaz. Kısaca; çocuklarına gösterdiği önemi veliler artık daha fazla göstermekteler.

 

4-    Öğrenci, eğitim ortamının öznesidir. Tüm bu süreç, yapılanma ve öğrenme ortamı onun için kurulmuştur. Onlara ‘özne’ olduklarını hatırlatmalı ve tüm süreci bu doğrultuda şekillendirmeliyiz. Çünkü hayatın yüklemine emri verecek özne onlar. Eğitim sistemimizde karmaşa yaşamaktayız. Prof. Dr. Ziya Selçuk Bey’in; “19.yüzyılın binalarında, 20.yüzyılın öğretmenleri ve müfredatıyla, 21.yüzyılın öğrencisi yetiştirmeye çalışıyoruz.” diyerek ifade ettiği üzere, bu sistematik sorunlar arasından sıyrılarak başarı elde etmek her ne kadar zorlu ise bu sistemleri bilerek bu argümanlar ile bir ortaöğretim kurumu seçmek de o denli zordur.

 

Öğrencilerimize ve ailelerine, bu zorlu süreçte yeni bir hamle olacak ortaöğretim kurumu seçimini şansa bırakmamalarını, ‘iyi bir takım’ göstergesi olan okulları (devlet-özel) araştırmalarını tavsiye ediyorum.

Okul seçiminde; bir takım olarak belirttiğim bu temalar üzerinde araştırma yapmalarını, güncel eğitim politikalarını takip etmelerini, böylelikle önümüzdeki süreçte hangi sınav(lar) ve uygulama(lar) ile karşılaşacaklarını bilmelerini istiyorum.

Kendilerine ilkokuldan itibaren öğretildiği gibi, A ve B noktaları (mevcut ve ulaşılacak hedef) tasarlamalarını, bu iki nokta arasındaki mesafeyi ne kadar sürede (4 yıl) alacaklarını ve hangi taşıtı (okul) kullanacaklarını şimdiden belirlemelerini istiyorum.

Görüldüğü gibi aslında varmak istediğiniz bir hedefiniz varsa, zorlu görülen bu süreç ilkokulda gördüğümüz bu matematik kadar basit.

İlhami Serdar Karaman

19.07.2014

@iskaraman

 

Uncategorized içinde yayınlandı | Ortaöğretim Tercihi Öncesi Bilinmesi Gerekenler için yorumlar kapalı

TEOG’da Özel Okul Seçeneği

Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) Uygulaması Kapsamında Oluşan Yerleştirmeye Esas Puan (YEP) Değerleri açıklandığından bu yana, öğrencileri ve velileri tatlı bir telaş sardı. Tabi ki sorular da;

Hangi okul tercih edilecek?

Hangi tür program görülecek? Ve

Üniversite sınavı için başarı düzeyleri ne olacak?

Bunlara ek olarak değişen sistem ile gelen tercih işlemi ve kafa karıştıran uygulaması. Henüz ilk defa uygulanacak olması gibi sorular da akılda yer tutanlar arasında.

Şu an devam eden ve 17 Temmuz’da bitecek olan Üniversite tercih işlemleri aslında süreçteki bütünün resmi. Çünkü öğrenciler ve velilerce, zorlu bir maratonun son 100 metresidir lise eğitimi. İyi bir üniversiteye giriş için ön koşuldur.

 

Aslına bakarsanız haksız da sayılmazlar. Ama 21.yy her alanda olduğu gibi eğitim sektöründe de değişimleri beraberinde getirdi. Artık ezberci ve kalıplardaki notlardan çok dışa açılan bir bakış açısı, zamanı ve mekânı en iyi şekilde kullanma isteği kendisini hissettirdi. Öğrenmiş olmak için öğrenmeden çok uygulamak için öğrenmelerin ve henüz resmen tanışmasak da bu yüzyılın doğal pedagojisi ile karşı karşıyayız.

 

21.yy becerileri ile donatılan programlar, öğrenme ortamları, üç boyutun ötesine taşan laboratuar kullanımı artık tercih sebebi. Çocuklarımızın gizil becerilerinin öğrenme ortamlarında tanımlanması ve şekillendirilmesi aslında hayat boyu sürecek mutluluklarıdır.

Çünkü bu alanda yeterliliğini hissedecek ve ona göre hedeflerini belirleyecektir.

Tüm bu süreçler sınav da olsa kazanım da olsa öğrenci esaslıdır. Dolayısıyla öğrencinin tercihini bu doğrultuda yapması gereklidir.

 

Kaliteli okul anlayışı özellikle 2000’lerin başından beri belirleyici olmuştur. Puan tercihlerinde özel okulların üst sıralamayı alması, ‘parası olan okuyor.’ anlayışını tamamen değiştirmiş ve başarıya göre alımdan, sadece başarıların alınmasına doğru yönelmiştir. Yani çoğunluğun tercih ettiği özel okullar başarıyı merkezine alarak çalışmaktadır.

 

Özel Okullar tercih edilirken, elbette marka değeri olan ve dünyaya açılan kapı dediğimiz çeşitli programları bünyesinde barındıran okullar tercih edilmelidir. Katma değer projeler sunan ve kültürel kazanım hedefleyenler tercih edilmelidir. MEB’in akreditasyon sistemi öğrencilere ve velilere belki de bu anlamda fayda sağlayabilir.( Henüz pilot uygulamaların sonuçları belli değil.)

 

TEOG için tercihte bulunacak öğrenciler ve veliler özel okul seçeneğini düşünmeliler.

Çünkü önümüzdeki yıldan sonra TEOG 6-7 ve 8.nci sınıflarda uygulanmaya başlandığında elde edecekleri başarı aslında onları daha güzel burslarla zaten liseye taşıyacaktır.  Kaldı ki üniversiteye giriş sisteminin 2015’ten sonra TEOG benzeri bir sisteme dönüşmesi ile süreci hedefledikleri doğrultusunda tamamlayabilirler.

 

 Çocuklarınızın hem eğitim ihtiyacını karşılamak hem de sosyal gelişmelerini üst seviyede yaşayacakları, dünya ülkelerinin başarısını modellemiş, başarılı olan kurumlarla akredite olmuş, kurumsal çözümler sunan hatta uluslararası yatırımlar yapan ‘muhteşem’ okullar tercih öncesi gidip görülmeli.

İlhami Serdar Karaman

twitter.com/iskaraman

14.07.2014

Uncategorized içinde yayınlandı | TEOG’da Özel Okul Seçeneği için yorumlar kapalı

21.Yüzyıl Eğitimine Hazır mıyız?

Sürekli olarak değişen ve gelişen dünyada, dün olduğu gibi bugünde “yarını yakalamak” bireylere, kurumlara ve devletlere öncelikli fırsat tanımaktadır. Bu fırsatların getirdiği avantajlar ile yeni atılımlar-yeni hamleler yapmak daha kolaylaşmaktadır. Bu bakımdan 21.yüzyıla öncülük edecek her zaman olduğu gibi eğitimdir.

Peki, bu gelişmeler yaşanırken ülkemiz eğitim sistemi ne durumdadır ve bu alanda somut yatırımları var mıdır? Bunları incelemek gerekir.

Eğitim sistemlerinde öncelikli olması gerekenler öğretmen, program ve öğrencidir. Bu açıdan eğitim sistemimize bakış faydalı olacaktır.

Öğretmen İstihdamı ve Algısı

Şunu net belirtmek gerekir ki Öğretmen istihdamına yönelik somut çalışmalara ancak 2011 yılında rastlamaktayız. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in talimatı ile MEB ve YÖK arasında işbirliği çalışmaları başlamış ve Eğitim Fakülteleri için kontenjan sınırlandırılması getirilmiştir. Son 15 yıla bakıldığında bu tür gerekli ve somut çalışmalar görmemekle birlikte, istihdam olmamasının oluşturduğu sıkıntı kendini fazlasıyla göstermiştir. Basında “Ataması Yapılmayan Öğretmen” olarak karşımıza çıkan sorun tamamen gecikmiş bir hamlenin sonucudur.

Bunun yanı sıra birde Fen Edebiyat Fakültelerine formasyon hakkının verilmesi zaten var olan mevcut sıkıntıyı fazlasıyla arttırmıştır. Ataması yapılan öğretmen sayısının; dönem içerisinde emekli olan, istifa eden ve meslekten atılan öğretmen sayısına ancak denk gelmesi öğretmen açığını da kapatmaya yetmeyecektir.

Mevcut açıkların ne mezunu olduğuna bakılmaksızın “Ücretli Öğretmen” olarak doldurulması da eğitim açısından olumsuzlukları beraberinde getirmektedir.

Alımlarla ilgili sınavın (KPSS) şeklinin değişmesi ve ÖSYM’nin önceki dönemlerde oluşturduğu güvensiz ortam da seçilen öğretmenin kalitesini belirleyememektedir.

Tüm bu süreçler mezun gençler üzerinde psikolojik yıkımlarla sonuçlanmıştır.

Öğretmenlerin toplumdaki algısı; eskiden “ideal meslek” iken şimdi “ataması yapılmayan” algısına dönüşmektedir. Kadrolu öğretmenler de özellikle sendikalaşmaların oluşturduğu adam kayırmacılıktan-dışlamaktan rahatsızdır. Maalesef bu konuda hükümete yakın duran sendikanın istekleri öncelikli durum almıştır. Tayin olaylarında ya da görevlendirmelerde üstü kapalı olarak öğretmenin sendikası sorulmaktadır.

Özetle, 21.yüzyıl için yeni bir öğretmen algısı oluşturmalıyız. Mevcut öğretmenlere teknolojiyi barışık kılmalıyız. Öğrenme ortamında öğretmenin kendine güven getirecek imajını ve algısını güçlendirmeliyiz. Sendikasına bakılmaksızın işini iyi yapanı ödüllendirmeliyiz. Görevde yükseltmeliyiz.

Eğitim Programı ve Ortamı

Üzerinde yenilikler ve değişim gösteren şüphesiz eğitim programıdır. Eğitim programı, eğitim ortamındaki sürece kılavuzluk eder. Yakın ve uzak hedefleri belirterek, öğrencilerin bu hedefler doğrultusunda kendisini gerçekleştirmesini sağlar.

Eğitim programları ülkemizde hükümetlerin değişmesi ile süreklilik göstermiştir. Şüphesiz teknolojiyle ve önemli gelişmelerle program güncellenmelidir. Özellikle teknolojinin sürekli değişim ve gelişim gösterdiği bir yüzyılda, programlarda eş zamanlı olarak öğrenciye hitap edebilecek seviyede olmalıdır. Evinde her türlü teknolojik donanıma sahip öğrenci, öğrenme ortamı olan sınıfta bunlara sahip olamazsa; öğrenme ortamı ve eğitim cazibesini yitirir. Bu sebeple öğrenme ortamları olan sınıfların cazibesinin arttırılması gerekmektedir.

2011 seçimlerinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ifade ettiği ve AKP seçim bildirgesinde yer alan Fatih projesi bu fırsatı yakalamanın ilk adımı olabilir. Öğrencilere tablet bilgisayarlarla ve dijital kitaplarla eğitim verilmesi çağımızın bir gereksinimidir. Burada şunu belirtmekte fayda var ki bu proje MEB yöneticileri ve uzmanlarınca ortaya atılmadığından olsa gerek hala üzerinde net bir sonuca varılamamıştır. Proje yerli üretim bazlı olduğundan ortalama beş yılda tamamlanabilecektir. Teknoloji kendini sürekli yenilediğinden cihazların kullanım ömrü sınırlıdır. Bu da demek olur ki eş zamanlı üretim gerçekleştirilmeli ve her dönem için ihale edilmelidir. Böylelikle öğrencilerimizde en güncel teknolojiyi kullanacaktır.

Teknolojik donanıma sahip bir programda elbette dijital kitaplar ve çalışmalar bulunmalıdır. Diğer devlet kurumlarının da desteği ile –tıpkı TUBİTAK’ın yaptığı gibi- öğrenciler için dijital kütüphaneler oluşturulmalıdır. Şu an kitapların PDF formatlarının tabletlerde olması Fatih projesi olmamalıdır. Bu bakımdan çalışmaları önemsiyor ve takip ediyoruz.

Öğrencinin beklentisi

Öğrenme ortamının teknolojik ve programlı olması kadar öğrenci sayısı da önemlidir. Kalabalık ortamlarda öğrenme zorlaşmaktadır. Dersliklerin sayısının arttırılması, sınıf başına düşen ortalama öğrenci sayısını azaltacaktır. Yeni okulların ve dersliklerin yapılması son on yılda artmakla birlikte halen büyük illerde yaşanan göçlerden dolayı yeterli gelmemektedir.

Öğrenci aynı zamanda eksikliklerini özel kurs, özel ders ve dershanelerde gidermektedir.  Yalnız bu durum asla birbirinin sonucu değildir. Yani ulusal sınavlarda başarılı olmak ve fırsat-imkân eşitliğini yakalamak isteyen öğrenciler özel kurslarda, etüt merkezlerinde ve dershanelerde eğitim almaktadır. Bu bakımdan dershaneler var olan sisteme katkı sağlamaktadır.

Bu durumdan zaten veli de öğrenci de şikâyetçi değildir. Şikâyet ettikleri; öğrencilerin hayatlarının tek bir sınava bağlı olduklarıdır. ÖSYM’nin üzerinde durduğu ve 2015 yılında uygulamayı düşündüğü açık uçlu sorular, MEB’in gelecek yıldan itibaren SBS’yi değiştirmesi ve liselerde düzenlemelere gidilmesi; açıklık kazanmadan öğrenci ve velileri kaygılandırmaktadır.

Zorunlu 4+4+4 eğitim sisteminin mimarlarından olduğu söylenen ve iletişim konusunda uzman olan yeni Bakan Nabi Avcı’nın tüm bu belirsizlikleri ortaya koyarak iletişim ustalığı ile velilere ve öğrencilere anlatmasını beklemekteyiz.

Sonuç olarak, son on yılda dünyanın hızla değiştiği ve bu değişimlerin beraberinde gelişmeleri de getirdiğini görmekteyiz. Kendini gerçekleştiren bireyler yetiştirmek istiyorsak dünyanın eğitim alanındaki birçok başarılı ülkesi incelenmelidir. Uluslar arası sonuçları olan OECD ve TİMMS verileri iyi incelenmeli özellikle bilim ve teknoloji alanında yatırım için şimdiden çocuklarımıza Matematik ve Fen okuryazarlığı kazandırmalıdır.

Bu verilerin ışığında 21.yüzyıla hazır olduğumuz pek düşünülemez. Geç kalmış değiliz. Ancak acilen harekete geçmeliyiz. Bürokrasinin oluşturduğu hantallığı yok ederek, bu konuda ciddi çalışmalar yapan STK’lar ve Özel Kurumlarla işbirliğine giderek kalıcı çözümler üretebiliriz.

2023 hedeflerimize, devletimiz ve milletimizin eğitimdeki başarıları ile ulaşacağından şüphemiz yoktur. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği gibi “Büyük işleri yalnız büyük milletler yapar”

İlhami Serdar KARAMAN

Uncategorized içinde yayınlandı | 21.Yüzyıl Eğitimine Hazır mıyız? için yorumlar kapalı

Eğitim Meselemiz -2-

Öğrenci Seçme Sınavı’nın yerleştirme duyuruları yapıldığından bu yana velileri bir koşuşturmaca almış durumdadır.Bu gayet bir işin içinde çekilen maddi-manevi çileler nispetinde sonuca ulaşanların duyduğu hazdır.Fakat bittiğini sandıkları yorucu maraton aslı şimdi başlamaktadır. İlgileri ve istekleri doğrultusunda değil de puan türüne göre tercih yapan binlerce gencimiz yorucu bir maratona başladıklarının farkında olmalıdır.Eğitimle ilgili konuda konuştuğumuza göre Eğitim Fakülteleri’ne yerleşen genç kardeşlerimiz yazımızı muhakkak irdelesin.Eğitimin ülkemizde olan genel sorununa eğildikten sonra içerde kısır döngüde, topluma değil de kişilere hizmet eden yapıyı bu yazımda inceleyeceğiz.Zorlu bir yarışın içinden yüksek puanlarla KPSS’de boy gösteren arkadaşlarımızı malesef üzücü bir olay bekledi. Ağustos’ta 30 bin öğretmen alacağını duyuran Milli Eğitim Bakanlığı bunu siyasi manevrasıyla seçimden sonra 20 bine düşürdü. Hal böyle olunca açığın %10’unu dahi kapayamayacak olan atamalarda endişeler başladı. Üstelik KPSS puanları beklenenin 6-7 puan altında geldi. Sanki sistem kendi açığını bir şekilde kapatarak bahaneler sunmaya çalışıyor. Yada sayıları 200 bini aşkın genç, laf-siyaset oyunlarıyla oyalandırılıyor. Daha problemin çözümü ortadayken, siyasiler işi farklı bir kalıba bürüyerek hayatının baharında görev aşkı ile yanıp tutuşan bu gençleri umutsuzluğun bağrına itiyor.Hiç bir ülkenin kendi eliyle Devlet düşmanı doğuracağını sanmıyorum ama hükümetin içte ve dışta aldıkları talimatlar ile uyguladıkları politikalar budur.KPSS sınavı bir ölçüt değildir. Çünkü bu sınavda bir kısım bölümler 70 puanla atanırken, 93 puan alan başka bir bölüm mezunu atanamamaktadır. Üstelik aynı sınava tabi tutulmaları Türk Eğitim sisteminin çarpıklığını ortaya koyan dershaneleri doğurduğu gibi, bu tip uygulamalar da rant sağlayacak KPSS Dershaneleri’ni ortaya çıkarmaktadır. Yani yine birilerinin ekmeğine yağ sürülmektedir.Devlet’in anayasasında “eğitim hakkı” ifadesini ve yerini almışken, dershanelere eğitimi peşkeş çekenler, hizmet ettikleri grupların özel kolejlerine ve dershanelerine adam kazandırma pahası ve gençliği bunalıma itme çabası içindedirler.Bakan Çelik, Öğretmen ihtiyacı’na ilişkin soru önergesine verdiği yanıtta, Türkiye’nin net öğretmen ihtiyacının 165 bin 826 olduğunu ifade ediyor.(Gerçekte ise bu ihtiyaç çok daha fazladır. KPSS sınavına giren öğretmen adayı 2006 yılında 202.710 kişidir.) İhtiyacın yüzde 10-15’inin bile karşılayamayacak bir personel alımının marifetmiş gibi sunulması ise düşündürücü. Ortalıkta 100 bin personel alacağız diye, 30 bin öğretmen alacağız diye böbürlenmenin bir anlamı yok.Bugün, yaklaşık 200 bin öğretmen adayı atanmak için, bir umut içerisinde 30 bin öğretmen alımını dört gözle bekliyor, sayının birdenbire 20 bine düşürülmesi binlerce genç öğretmen adayını büyük bir hayal kırıklığına ve umutsuzluğa sürükledi. Atanmak için, kimisi, belki de 8-10 yıldır bekleyen aday öğretmenler büyük bir hüsran içerisinde, Devleti yönetenlere bir kere daha küstü. Atanamadığı için bir aile kuramayan, geleceğe yönelik plan program yapamayan bu gençlerin yaşadıklarını bu ülkeyi yönetenler de görmeli ve değerlendirmelidir. Eğitim Milli meseledir. Milli meselelerin çözümü öncelik arz etmeli ve Şeyh Edebali’ nin “Milleti yaşat ki Devlet yaşasın” düsturuna uygun ilerlemelidir.Sistemin adaletsizliğinin başka bir boyutu sayılarda yaşanmaktadır. Örneğin haftada 4-6 saatlik Lise Matematik Öğretmenliği’ne sadece 34 kişi alınırken, haftada 2 saatlik Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği’ne 1315 kişinin alınması son derece düşündürücüdür. Yine Lise Fizik, Kimya; Biyoloji Öğretmenliklerine toplamda 95 kişi alınırken, İngilizce öğretmenine 2020, Bilgisayar Öğretmenliği’ne 1215 kişinin alınması insaf dedirtecek türdendir. Çünkü alımlarda bile adaletsizlik yapılmaktadır. Haftada 2 saatlik Din Kültürü dersi Öğretmeni bir ilçe’de 2 tane olsa tüm ihtiyacı karşılar. Bu kadar alım insaf dedirtecek boyuttadır. İngilizce ve Bilgisayar sertifika zorunluluğu getirtilen atamalara bakarak bir çok arkadaşımız İngilizce ve Bilgisayar derslerini temel seviyede verecek kapasiteye sahiptir. Gerçi genel manada bakıldığında 200 bin kişilik açık sınava girenlerce ancak kapatılır.Bir diğer adaletsizlik kadro alımında yapılmaktadır. Bu bariz bir hatadır. Önceden sözleşmeli atananlarda kadroya dahil edilerek sayı fazla gösterilmektedir. Oysa her bölümde ortalama 250 kişilik sözleşmeli oynaması bir bu kadar kayba sebep olmakta fakat yerine atama yapılmamaktadır. Bu da Bakanlığın en büyük siyasi ört baslarındandır.Ataması olmayan bir çok kardeşimiz çeşitli statülere tabi tutularak sözleşmeli ve vekillik kadrosu içinde boğulmaktadır. Üstelik o kadar içler acısı durumdur ki 2 yıllık MYO mezunları dahi Öğretmenlik yapabilmektedir. Hatta Veterinerler, Avukatlar da dahil.. Bir Öğretmen arkadaşımın okulunda ki aktardığı vaziyet şudur; “Okulumda; ziraat mühendisi, avukat, güzel sanatlar seramik bölümünü bitirmiş, Almanca öğretmeni, Fransızca öğretmeni ve daha şu an aklıma gelmeyen bir çok bölümden mezun olan arkadaşım sınıf öğretmenliği yapıyor. Bu çarpık düzen içinde onları da kırmak istemiyorum. Ancak devlet olarak sen bu işi bu kadar basite alırsan, sonra da çok dövünürsün. Eğitim-öğretimde neden geriyiz diye çok bağırırsın daha…” diyor arkadaşım. Evet maalesef işsizlik bu boyuttayken “Öpülesi El” mesleği olan, bir harf öğretene bin yıl köle olunan Öğretmenlik mesleğinin içler acısı hali budur. Kendi açığını kapatmak şöyle dursun, formasyon bilgisinden yoksun kişilerin öğretmen olması ise katliamdır.Bu öğretmen adayları her yıl birbirleriyle yarıştırılıyor ve birbirlerini rekabete götüren KPSS aldatmacısıyla sözleşmeli, ücretli, işsiz ve özel sektörde 150 YTL’ye çalışan öğretmenler olarak piyasada azgın bir sömürüye maruz kalmaktadır. Kadrolu olan ve devlet okullarında çalışan öğretmenlerle aynı diplomayı almış olmalarına karşın işsiz veya iş güvencesinden yoksun olarak çalışmaktadırlar. Buna karşılık, öğretmen atamalarına sınır getirilirken, torpilli atamaların yapıldığını da biliyoruz.Adaletsizliğin, adam kayırmacılığın son bulması ve ihtiyaca göre öğretmen alımının gerçekleştirilmesi gerekmektedir. KPSS’nin derhal kaldırılması ve 200 bin öğretmen açığının mezuniyet yılı itibariyle geçmişe dönük sırayla acil olarak kapatılması, ücretli, usta öğretici, sözleşmeli adı altında sürdürülen güvencesiz öğretmen istihdamı uygulamasına son verilmesi ve öğretmen unvanı alan herkese derhal kadro hakkının geri verilmesi gerekmektedir.

( Bu yazı “Alnımızda bilgilerden bir çelenk,Nura doğru can Atan Türk Genciyiz. Yeryüzünde yoktur olmaz Türk’e denk,Korku bilmez soyumuz!..” diyerek yemin eden, bu sene ve geçen senelerde mezun olup, “Öğretmen olabilir” belgesi alan binlerce kardeşime ve arkadaşıma ithâfen yazılmıştır. Görevlerini son derece başarılı yapan, devletine, milletine ve ülkesine sadık, yeni nesilleri öğretme çabası içinde olan öğretmenlerimizi ve idarecilerimizi tenzih ederim.)
İ.S.KARAMAN

(Arşiv: Ağustos 2007)

Uncategorized içinde yayınlandı | Eğitim Meselemiz -2- için yorumlar kapalı

Eğitim Meselemiz

İnsanoğlu doğumundan ölümüne kadar geçen süre zarfında birtakım değişiklikler kazanır. Sonradan kazanılmış bu davranışlar insanın ruh halini oluşturur. Doğumdan ölüme kadar olan bu aralıkta eğitim önemli yer teşkil eder.Eğitim, uzmanlarca; bireyin hayatında kendi yaşantısıyla kazanılan davranış değişiklikleri olarak ifade edilir. Bu değişiklikler kasıtlı ve planlı olduğu gibi rasgele de olabilir. İşte okullarımızda verilen, belirli bir plan ve program çerçevesinde olan eğitim, formal eğitim olarak adlandırılır.Demek ki çocuklarımız ilköğreniminden itibaren belirli bir plan içinde eğitimini tamamlıyorlar. Peki sizce bu planın arkasında yer alan kişiler kimler? Şüphesiz en önemli yeri Öğretmen teşkil etmektedir. Fakat bu zincir okul-öğretmen-veli- idare-çevre- eğitim programı vs. şekilde çoğalarak gider. Okullarda ise belirli kanunlar çerçevesinde idari kişilerin denetimde eğitim ve öğretim faaliyetleri aksamadan yerine getirilmektedir. Peki her şey bu kadar örgütlü görünürken problem nerdedir? İsterseniz bu konuyu farklı biçimlerde ele alalım.En önemli unsur “Eğitim Politikamız” ın olmayışıdır. Yarınını, daha ilerisini düşünmektense günü birlik oldu bittiye getirilen işler ve hükümetlerin ayak oyunu politikaları bu en önemli unsuru yok etmektedir. Yok ettiği gibi yerine idealist kişiler yetiştirecek, milli hedefler kapsamında hazırlanmış politikalar ortaya koymamaktadır.Bu unsur göz ardından ziyade yok edilerek başlangıçta güçün kaynağını teşkil edenlerin, yani siyasilerin eline bırakılmaktadır.Bunun en önemli ölçütünü atamalardan, haksız unvan edinimlerinden, siyasi il-ilçe başkanlarının Milli Eğitim İdare personelini ablukaya almasından hatta tayini etkilemelerinden görülmektedir. (Ederleri bu eli öpülesi öğretmenlerin 100 de 1 i etmeyen bazı siyasiler, siyasi hükümleri neticesi gelecek nesillerin vebalini de almaktadır). Tabi bunun yanında görevini layıkıyla sürdürüp zamanın devrine dalkavukluk yapmayanlar da vardır.Bunlar, ya sürgün yada hak mahrumiyetiyle görevlerinden uzaklaştırılmaktadır. Eğitim Politikası devamında kurulan heyetler ve uzmanlarca enine boyuna tartışılır, karar aşaması haline getirilip tebliğ edilir. Bu noktada aydınlarımızın maalesef fikirlerini kitaplara döküp para kazanmaları neticesinde bu aşamada bulunan kişilerin de pek samimi olmadığı görülmektedir. Örneğini bu dönem ki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarında Peygamber Efendimiz (s.a.v) in gravürünün yayınlanması skandalı ile verebiliriz. Kararın bir alt basamağını idari kurullar, il-ilçe müdürlükleri oluşturur. Devamını okul müdürleri ve öğretmenler takip eder. Aslında bu aşama gündelik hayatla herkesin iç içe olduğu dilimdir. Çünkü veliler bu yetkililerin tamamını ve çevreyi yakinen görmektedir. Daha ilk mücadele kayıtla başlar, “tonton bakan amcaları” açıklama yapar “kayıt parası alınmayacak,kesin emirdir!..” diye oysa okul eksiklikleri, dersliklerin durumu hepimizin malumudur. Bunu idareciler ceplerine atmadığı ve de çok astronomik rakamlar olmadığı sürece veliler tüm gönülleriyle okullarını desteklemektedir. Devamında Öğretmen kadroları belirlenir ama bir çok insan ya mağdur olur yada devrin torpiline göre yerini bulur. Bununla da bitmez sıkıntılar. Öğretmen en güzel öğretimi nasıl sağlarım diye uğraşırken, kimileri oturur kırk dakikalık ders saatinin bitmesini bekler. Kimileri bulunduğu müdürlükten sürgün edilirken, kimileri 1-2 yıllık formalite sınavlarla müdür, müdür yardımcılığına yükselir. Üstten torpilli kişiler yada iktidarın dalkavuk flaması olanlar şube müdürlüğüne, il-ilçe müdürlüklerine hatta kimileri daire başkanlıklarına getirilir. Şimdi yüreği beş para etmeyen yeşil kafalılar,siyaset yosmaları bu konumdayken; mevzuat mı? Çalışma azmi mi? Genç nesilleri yetiştirmenin aşkı mı öğretmenlere “boş ver, işimize bakalım” dedirtecek! Ama ben “boş ver” deyip görevini layıkıyla yapan öğretmenlerin de, çarpık siyasi düzende dimdik ayakta kalabilen öğretmenlerin de ellerinden öperim. Bu düzen içinde yaşama sebeplerimizden biri olan yavrularımızın, çocuklarımızın eğitim alanındaki sıkıntılar sadece bunlarla ibaret değil. 8 yıllık zorunlu eğitim ardından Orta Öğretim Kurumları Sınavı yapılır. Ardından 4 yıllık eğitimleri neticesinde Öğrenci Seçme Sınavı yapılır. Buradan kendilerine yeni ufuklar çizen gençler bilmezler ki bu sınavlar ne sondur ne de son olacaktır. Dört yıllık Yüksek Öğretimleri ardından KPSS-UDS gibi çeşitli sınavlara tabi tutulur ve feleğin çemberinden adeta sık sık elenerek bir yerlere gelir. Bu süre zarfında Öğretmen olanlar hayatlarına bir başlangıç verebilecekken, yerleşemeyen onca aday hayallerine 1 yıl ara verip, daha sıkı çalışmanın olabilirliğini sorgularken asıl bunlara sebep olanların, zamanında alakasız meslekteki şahısları Öğretmen yaptıklarının, 3 ay eğitim alanların öğretmen yapıldığının, kendi kadar 4 yıl eziyet çekmeyenlerin nerelerde olduğunun, “Eğitim” kavramını bilmeyenlerin daire başkanlık koltuklarında,il-ilçe müdürlüklerinde, şube müdürlüklerinde ve birtakım yerlerde oturduklarının hesabını yapmayacaktır. Bu genç arkadaş aslında yüreği onun 1000 de 1’i etmeyen bu ayak takımının hükmü altında kalarak her an bitirilmesi muhtemel “vekil”lik için önlerinde mecburen saygılı olacaktır. Ülkemde bu kısır döngü bu şekilde kendini tamamlayacak ve her nesil, geleceğini göremeyen, ülkesine bağlılıkta tereddüde düşecek bireyler oluşacaktır.Dileğim, hayatının baharında bu sınavlara tabii tutulan değerli arkadaşlarımın ve kardeşlerimin bu hesapları da göz ardı etmemeleridir. Çünkü ne zaman bu sorular kendi kendilerince sorulur ve soruların cevapları bulunur; işte o zaman bu problem kökten ortadan kalkar.Öğretmenler hâlâ unutmayın ki; gelecek nesiller sizlerin eseri olacaktır!..

( Bu yazı “Alnımızda bilgilerden bir çelenk,Nura doğru can Atan Türk Genciyiz.Yeryüzünde yoktur olmaz Türk’e denk,Korku bilmez soyumuz!..” diyerek yemin eden, bu sene ve geçen senelerde mezun olup, “Öğretmen olabilir” belgesi alan binlerce kardeşime ve arkadaşıma ithâfen yazılmıştır. Görevlerini son derece başarılı yapan, devletine, milletine ve ülkesine sadık, yeni nesilleri öğretme çabası içinde olan öğretmenlerimizi ve idarecilerimizi tenzih ederim.)

İlhami Serdar KARAMAN
http://www.ilhamiserdarkaraman.com.tr/
iletişim@ilhamiserdarkaraman.com.tr

(Arşiv: Haziran 2007)

Uncategorized içinde yayınlandı | Eğitim Meselemiz için yorumlar kapalı

Öpülesi El Olmak

“Öpülesi ellere ithafen”

Eğitim, yaşam boyunca gerçekleşen bir süreç olmanın yanı sıra bu süreci yöneten ve yönlendiren eğitimcilerin süreç içindeki konumu unutulmamalıdır.
Çünkü eğitimcilerin elinde yetişen bir toplum, devamında yine eğitimcilerin etkisi altında yetişmeye devam eder.
Şöyle ki, okul döneminde günümüzün bir çoğu öğretmenlerimizle geçer. Gün içinde sosyal diyalogumuz ve kişilik yapımız öğretmenimize göre şekil alır. Hatta yazımızın bile ilkokul öğretmenimizin tesiri altında geliştiği buna en güzel örnektir. Hal böyle olunca hemen hemen bir çoğumuz çocuk yaştan itibaren öğretmen olmak isteriz. İleriki yıllarda bu düşüncemiz her ne kadar değişse de öğretmenimizin bizlere gösterdiği tavır seçimlerimizde etkili olur. Bugün öğretmen olmayı seçen birçok arkadaşımızın bu mesleği seçerken öncelikle üzerinde oluşan isteğin öğretmenlerinden kaynaklandığı şüphesiz unutulmamalıdır.
İşte bir milletin irfan ordusu arasına katılmanın yüceliği ve sevinci hiç bir şeyle ölçülemez. Ulu Önder Atatürk’ün de Cumhuriyet’in ilk yıllarında ve sonraki yıllarda öğretmen mesleği için girişimde bulunması, harf inkılabı ile millet mektepleri açılması ve halkın bilinçlenmesi, yetiştirilmesi ve eğitilmesi sağlanmıştır. Çünkü gelişen dünyaya göre kendini geliştiren ve dünyayı değiştirecek donanıma sahip bir millet ancak hür ve müreffeh bir konuma ulaşır. Kısacası öğretmenler üzerinde ki vebal oldukça büyüktür. Bu ağır sorumluluğun bilinci ile hareketle başlayan çileli yolculuk yine çile ile devam eder.
Ülkemizde bu çileli yolculuğun tarihsel gelişimine bakarsak, Osmanlılarda 13 bölgeye yayılmış 17 adet öğretmen eğitimi okulu, bir öğretmen eğitimi fakültesi bulunmaktaydı. Artmakta olan ilkokul öğretmeni eğitimi talebini karşılamak için öğretmen eğitimi okullarının sayısı hızla çoğaltılmış ve 1911 yılında sayıları 31’e ulaşmıştır. Bu okulların programları temelde teorik ve akademiktir. Osmanlı devletinin içinde bulunduğu savaş koşulları nedeniyle öğretmen eğitimi üzerinde 1920 yılına kadar ancak küçük değişiklikler yapılabilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin son dönemleri savaş ile geçtiğinden bu dönemlerde öğretmen yetiştirme sorunu oldukça karmaşık olmuştur. 1924-1925 öğretim yılından itibaren Darulmuallimin adı Muallim Mektebi ve 1935’lerden itibaren de öğretmen okulu olarak değiştirilmiştir. Sayıları çok fakat öğrencileri az ve öğretimi yetersiz ilk öğretmen okullarının sayıları azaltılıp öğrenci mevcudu ve öğretiminin niteliği yükseltilmeye çalışılmıştır.
Cumhuriyet yönetimi, ilk yıllarında öğretmenliği bir meslek haline getirmek için yasal çaba harcamıştır. 13 Mart 1924 tarihli Orta Tedrisat Kanununun 1. maddesine göre “muallimlik Devletin umumi hizmetlerinden talim ve terbiye vazifesini üzerine alan, müstakil sınıf ve derecelere ayrılan” bir meslektir.
1926 yılında kabul edilen Maarif Teşkilatına Dair Kanun ile ilkokul öğretmenlerinin yetiştikleri okullar “İlk Muallim Mektepleri” ve “Köy Muallim Mektepleri” olarak iki kısma ayrılmıştır. 1927-1928 öğretim yılında, kırsal bölgelere dönük öğretmen yetiştirme konusunda bir uygulamaya başlanmış, üç sınıflı köy okullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla Denizli ve Kayseri’de iki “Köy Muallim Mektebi” açılmıştır. Dört yıl süren bu uygulamadan beklenen sonuç alınamamıştır.
Daha sonraları bugün ki Eğitim Fakültelerinin temelini teşkil edecek olan köy enstitüleri açılmış devamını eğitim enstitüleri izlemiştir. Eğitim Yüksekokulları öğrenimi 2 yıl daha yükseltilerek bugün ki şeklini almıştır.
Bu gelişim içerisinde öğretmen yetiştirmeyi ortaöğretim kademelerine çeken, daha bilinçli ve mesleki ahlaki nitelikleri bu dönemde kazandıran Anadolu Öğretmen Liseleri’nin etkin rolü asla bertaraf edilemez.
Bu dönemden itibaren geleceğin “öpülesi el” i olma bilinci, mesleki kazanımları ve toplumun ahlaki değerleri ile yoğrulan gençler, üniversitelerin eğitim fakültelerinde örnek teşkil etmektedir. Dört yıllık yüksek öğrenim sonucunda her biri Anadolu’da, Türk bayrağı’nın dalgalandığı her yerde görev alacak öğretmen adayı haline gelmektedir.
Öğretmen açığının hayli arttığı ve dünyanın eğitim reformu gerçekleştirdiği bir dönemde, MEB olarak, devlet politikası haline getirilmesi gerekli eğitim reformları ve öğretmen alımları ile öpülesi ellere sahip olan gençlere, görev hakkı tanınmalıdır.
Zira bahsettiğimiz gibi bir toplumda her şey yetiştirmek mümkündür. Her türlü meslek grupları oluşturmak mümkündür. Fakat geçmişi yüz elli yıllık olan bir meslek grubu asla kolay yetişmez. Ayrıca diğer meslek grupları, öğretmenlik mesleği olmadan yetişmez ve gelişmez.
Özetle, öpülesi el olmak kolay değil, zorlu bir süreçtir. İleriki yıllarda öğretmen adayı gençlerin korkulu rüyası haline gelen KPSS sınav sisteminin kaldırılması ve vakit geçirilmeden bir an önce kadrolu öğretmen olarak görevlendirilmeleri zorunluluk kazanmıştır.
Temennimiz odur ki vakit kaybedilmeden bu zorunluluk gerçekleşir ve Başöğretmen Atatürk’ün bizlere emanet bıraktığı doğrultuda muasır medeniyetler seviyesine ulaşılır.

İlhami Serdar KARAMAN

KAYNAKÇA
Yrd. Doç. Dr. Mehmet ÜSTÜNER Geçmişten Günümüze Türk Eğitim Sisteminde Öğretmen Yetiştirme ve Günümüz Sorunları – (İnönü Üniversitesi, Eğitim Fakültesi)
Koçer, H. Ali (1983) İlkokul Öğretmeninin Yetiştirilmesi 1923-1980 Cumhuriyet Döneminde Eğitim M.E.B Yayını No: 91 İstanbul
Akyüz, Yahya (2001) Başlangıçtan 2001’eTürk Eğitim Tarihi. Genişletilmiş 8. Baskı, ALFA Basım Yayım, İstanbul. Akyüz, Yahya (2003) Eğitim Tarihimizde Günümüze Kadar Öğretmen Yetiştirilmesi ve Sağlanması İlkeleri, Uygulamaları Eğitimde Yansımalar VII: Çağdaş Eğitim Sistemlerinde Öğretmen Yetiştirme Ulusal Sempozyumu, (21-23 Mayıs Sivas), Tekışık Yayıncılık , Ankara.
Milli Eğitim Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı
Sakaoğlu, Necdet (1992) Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi İletişim Yayınları İstanbul

(Serdar Karaman’ın bu yazısı Çankırı Nevzat Ayaz Anadolu Öğretmen Lisesi’nin Yâran Adlı dergisinin Mart 2008 tarihli 14.ncü sayısında yayımlanmıştır.)

(Arşiv:Mart-2008)

Uncategorized içinde yayınlandı | Öpülesi El Olmak için yorumlar kapalı