İlk makalede (Var Olmak ve Mevcut Olmak: Felsefî ve Manevî Bir İnceleme) “var olmak” ve “mevcut olmak” kavramlarının felsefî ve manevî derinliklerini ele alarak, bireyin kendi varlığını anlama çabasına odaklanmıştık. Ancak bu kavramlar, modern dünyanın karmaşıklığı içinde farklı anlamlar kazanmaktadır.
Bu sebeple arkadaşlarım Emrah DURAL ve Özkan TOSUN ile yaptığım değerlendirmeler sonrası ikinci kısmını yazmak gerekliliği doğmuştur.
Özellikle, teknolojinin yükselişi, toplumsal değişimler ve bireyin içsel yolculuğu, varoluş ve mevcudiyet kavramlarını yeniden yorumlamamıza neden olur.
Modern Teknolojide Var Olmak: Dijital Kimlikler ve Anlam Arayışı
21. yüzyılın baş döndürücü teknolojik ilerlemeleri, bireylerin varoluş biçimlerini ve kendilerini ifade etme yollarını köklü bir şekilde değiştirdi. Artık insanlar, fiziksel dünyada mevcut olmanın ötesinde, dijital platformlarda varlık göstermeye çalışıyor. Sosyal medya, bireylere yeni kimlikler yaratma ve var olma fırsatı sunarken, bu dijital varlıkların gerçek anlamda “var olmak” ile aynı anlama gelip gelmediği tartışmaya açık bir konu.
- Sanallık ve Gerçeklik Çatışması: İnsanlar, dijital dünyada “var olma” çabası içinde sürekli bir imaj yaratma ve sürdürme gayretinde. Ancak bu imaj, gerçek benlikten uzaklaşıp, bir yanılsama haline gelebilir. Bu bağlamda, Jean Baudrillard’ın “simülakrlar ve simülasyon” teorisi, dijital dünyada var olmanın, aslında bir tür gerçeklik kaybına yol açabileceğini savunur. Yani, bireyler sanal ortamda “mevcut” olduklarını düşünürken, özlerinden uzaklaşıp sadece bir yansımaya dönüşürler.
- Sosyal Medya ve Kimlik: Günümüzde, sosyal medyada var olmak, birçok kişi için toplumsal kabul ve onay anlamına gelir. Ancak bu, felsefî açıdan “gerçek varlık” ile çelişen bir durum yaratır. Simone de Beauvoir’ın “öteki” kavramı ile bu durumu açıklayabiliriz; bireyler, başkalarının bakış açısıyla var olma sürecinde, kendi içsel özlerini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalır.
Var Olmanın Psikolojik Boyutu: Kendini Gerçekleştirme ve Bilinçli Farkındalık
Felsefî anlamda “var olmak”, bireyin kendi özünü keşfetme ve anlam yaratma süreci olarak ele alınır. Bu süreci psikolojik açıdan değerlendirdiğimizde, Abraham Maslow‘un ihtiyaçlar hiyerarşisinde yer alan “kendini gerçekleştirme” basamağı, bireyin gerçek anlamda “var olma” süreci ile örtüşmektedir. Kendini gerçekleştiren birey, sadece fiziksel ihtiyaçlarını karşılamakla kalmaz; aynı zamanda yaşamına anlam katma, potansiyelini açığa çıkarma ve içsel bir bütünlüğe ulaşma çabası içindedir.
- Maslow’un Kendini Gerçekleştirme Teorisi: Maslow’a göre, birey en üst düzeydeki bu ihtiyaçla kendini bulmaya ve anlam yaratmaya yönelir. Bu, felsefî olarak “var olmak” ile özdeş bir süreçtir. Maslow’un hiyerarşisinde kendini gerçekleştirme, bireyin özgürlüğünü ve yaratıcı potansiyelini keşfetmesini sağlar. Ancak, bu süreç her birey için kolaylıkla erişilebilir değildir; toplumsal baskılar, psikolojik engeller ve dışsal beklentiler, bireyin gerçek anlamda var olma yolunda karşılaşabileceği zorluklardır.
- Bilinçli Farkındalık (Mindfulness) ve Var Olma: Psikoloji biliminde, bilinçli farkındalık (mindfulness) kavramı, bireyin sadece mevcut olduğu anın farkında olması değil, aynı zamanda o anda tam anlamıyla “var olması” anlamına gelir. Bu, bireyin yaşamını otomatik pilotta geçirmemesi, her anın farkında ve bilinçli bir varlık içinde olması gerektiğini vurgular. Varoluşçu filozofların, bilinçli farkındalık halini var olmanın derin bir ifadesi olarak gördükleri bu yaklaşım, modern psikolojide de bireyin ruhsal sağlığı için kritik bir kavram haline gelmiştir.
Toplumsal Roller ve Varoluş: Bireyin Sosyal Varlığı
Felsefî olarak “var olmak,” bireyin kendi anlamını yaratma süreci olarak tanımlansa da, bu süreç toplumsal bağlamdan bağımsız düşünülemez. İnsan, toplumsal roller içinde var olur ve bu roller bireyin kendini anlamlandırma sürecini etkiler. Ancak bu toplumsal roller, bireyi kısıtlayıcı bir çerçeveye de sokabilir.
- Toplumsal Kimlik ve Bireyin Varoluşu: Birey, toplumda belirli roller içinde mevcut olur; bu roller, toplumsal normlar ve beklentilerle şekillenir. Ancak, Sartre’ın vurguladığı gibi, bireyin kendi özünü yaratma özgürlüğü, toplumsal rollerin dışına çıkma cesaretine dayanır. Bu noktada, birey “var olmak” ve “mevcut olmak” arasında bir tercih yapmak zorunda kalabilir: Toplumun belirlediği sınırlarda mı kalacaktır, yoksa kendi anlamını yaratma cesaretini mi gösterecektir?
- Var Olma Mücadelesi: Özellikle dışlanmış ya da ezilmiş toplumsal gruplar için “var olma” mücadelesi, hayatta kalma ve kendi değerlerini topluma kabul ettirme süreci ile özdeşleşir. Felsefî anlamda bu mücadele, bireyin varoluşsal özgürlüğünü kazanma yolunda karşılaştığı engelleri aşmasını temsil eder.
Sonuç: Var olmanın Denge Arayışı
Günümüz dünyasında “var olmak” ve “mevcut olmak” arasındaki fark, hem bireysel hem de toplumsal bağlamda daha da keskinleşmiştir. Teknolojinin ve modern yaşamın sunduğu kolaylıklar, bireyi çoğu zaman sadece “mevcut” olmaya iterken, gerçek anlamda “var olma” çabası daha derin bir farkındalık ve bilinç gerektirir. İnsan, sadece dışsal gerçeklikte yer almakla kalmayıp, kendi içsel dünyasını keşfederek, felsefî ve manevî bir varlık olarak da anlam bulmaya çalışmalıdır.
Nihayetinde, insanın kendi özüyle ve evrenle kurduğu ilişki, gerçek anlamda var olmanın anahtarıdır. Bu yolculuk, bireyin sadece fiziksel bir mevcudiyet olmanın ötesine geçerek, daha bilinçli, farkındalıklı ve anlamlı bir yaşam sürmesini sağlayacaktır.
Daha farkındalıklı bir “SEN” ile…
İlhami Serdar KARAMAN – 26.10.2024
x.com/iskaraman





