Sonbahar, doğanın bizi yeniden düşünmeye davet ettiği bir fısıltıdır.
O fısıltıya kulak verirsek, hem dışarıda hem içimizde bir denge buluruz.

Yazın parlak ışıkları yavaş yavaş yerini yumuşak bir altın tona bırakıyor. Ağaçlar, aylarca taşıdıkları yeşilin ağırlığını huzurla toprağa bırakırken, rüzgâr artık sadece serin değil; sanki bir vedanın naifliğiyle esiyor.

Doğanın ritmi değişirken, insanın iç ritmi de ona eşlik ediyor. Hayat biraz yavaşlıyor, zaman biraz daha derinleşiyor. Gözlerimiz renk geçişlerine alıştıkça, kalbimiz de değişimin güzelliğini fark ediyor.

Ormanlarda yeşil, yerini sarı, turuncu ve kızılın arasında dans eden binbir tona bırakıyor. Doğa adeta bir ressamın tuvaline dönüşüyor. Her yaprak bir fırça darbesi, her gölge bir hatıra gibi…(Fotoğraf: Ilgaz Dağları, Ilgaz, Çankırı, Anadolu Ajansı)

Yere düşen her yaprak, “bırakmanın da bir zarafeti vardır.” der gibi süzülüyor.

Belki de sonbahar bize bunu hatırlatıyor:
Bırakmak, bazen kaybetmek değil; yeniden doğmanın ön koşuludur.
Tıpkı doğa gibi biz de yenilenmek için fazlalıkları geride bırakmalıyız — eski düşüncelerimizi, yorgun alışkanlıklarımızı, hatta bazen bizi biz yapan ama artık ilerlememize engel olan şeyleri bile…

Bir fincan kahve, pencere kenarında dökülen yapraklar ve fonda Musa Eroğlu’ndan bir türkü; Turnaların Göçü
İşte tam o anda insan anlıyor: Her mevsim geçici ama her geçiş kalıcı bir iz bırakıyor.

İlhami Serdar KARAMAN –07.10.2025

x.com/iskaraman

Popüler