Eğitim dünyasında uzun süredir “gri alan” olarak kalan bir konuda Millî Eğitim Bakanlığı beklenen adımı attı: Sınıf içi görüntüleri sosyal medyada paylaşan ve öğrencileri içerik malzemesi haline getiren “fenomen öğretmenler” için inceleme süreci başlatıldı.
Bir eğitim lideri olarak bu süreci; yasakçı bir zihniyetle değil, “pedagojik etik” ve “çocuğun üstün yararı” ilkesiyle okumamız gerektiğine inanıyorum.
Konuyu üç temel saç ayağında analiz etmemiz şart:
🎯 1. Veri Güvenliği ve Rıza İnşası
Bir çocuğun, sınıf gibi en korunaklı olması gereken bir alanda videosunun çekilip milyonlara servis edilmesi, KVKK sınırlarını aşan bir durumdur. Çocuk, öğretmenine duyduğu sevgi ve otorite saygısı nedeniyle “Hayır” diyemez. Bu rıza, hukuken de pedagojik olarak da geçersizdir. Dijital ayak izi, çocuğun kontrolü dışında oluşturulamaz.
🎯 2. Eğitim Ortamının Mahremiyeti
Sınıf, öğrenme hatalarının özgürce yapılabileceği, dış gözden uzak, güvenli bir kozadır. Kamera kayda girdiği an, o sınıf “öğrenme ortamı” olmaktan çıkar, bir “prodüksiyon stüdyosuna” dönüşür. Öğretmen yönetmen, öğrenci ise figüran konumuna düşer. Eğitim şova dönüştüğünde, nitelik sahneden iner.
🎯 3. Çözüm: Yasak Değil, Dijital Etik Çerçevesi
Öğretmenlerimizin iyi örnekleri paylaşması, dijital dünyada var olması elbette kıymetlidir. Ancak burada çözüm odaklı bir “Sosyal Medya Etik Rehberi”ne ihtiyacımız var.
Önerim şudur:
✅ Öğretmen, yöntemini ve materyalini paylaşmalı, öğrencinin yüzünü veya duygusal anlarını değil.
✅ İçerik, “Bakın ben ne kadar iyi bir öğretmenim” narsizmine veya kişisel şova değil, “Bu yöntemle eğitimi nasıl iyileştiririz?” faydasına odaklanmalı.
Süreci yakından takip ediyorum. MEB’in bu hamlesi, okullarımızı yeniden “öğrenme odaklı” güvenli alanlar haline getirmek için kritik bir fırsattır.
Dijitalleşelim ama çocuklarımızı “içerik” yapmadan.
(Not: Eğitim gündeminde oluşan bu son gelişmeden dolayı yazdığım LinkedIn paylaşımımı yazı olarak da paylaşmak istedim.)
İlhami Serdar KARAMAN –24.12.2025
x.com/iskaraman





Yorum bırakın